Monthly Archives: Temmuz 2014
Vahşet, Şiddet Görüntülerinin Psikolojik Etkileri
Son zamanlarda tüm insanlığı ilgilendiren ve hiçbir şekilde tasvip edemeyeceğimiz şiddet ve savaşlar yaşanmaktadır. Özellikle Ortadoğu’da ve dünyanın pek çok yerinde yaşanan bu şiddet görüntüleri facebook, youtube v.b. pek çok sosyal paylaşım sitesinde kontrolsüz bir şekilde hızlıca yayınlanmakta ve yayılmaktadır. Şiddeti, işkenceyi, acıyı, insanlık dışı muameleleri içeren bu videoların izlenmesi kişileri nasıl etkilemektedir?
Yapılan pek çok araştırma göstermektedir ki, gerek çocuklarda gerekse de yetişkinlerde şiddet içerikli videoların izlenmesi pek çok psikolojik problemin gelişmesine neden olabilmektedir. Yetişkin bireylerde anksiyete duygusunun artmasına, fobilerin gelişmesine, duygu ve davranış bozukluklarına sebebiyet verirken ilerleyen safhalarda aşırı öfke ile birlikte şiddete yatkınlığın artmasına neden olabilmektedir.
Çocuklarda ise tablo çok daha vahimdir. Şiddet, vahşet, işkence görüntüleri ile sık sık karşılaşan çocuk zamanla bu davranışları kafasında meşrulaştırır, davranım bozuklukları geliştirebilir, bununla birlikte muhakeme yeteneği, empati kurma gibi becerilerinde olumsuzluklar meydana getirebilir ilerleyen dönemlerde şiddete meyilli bir kişilik yapısı geliştirebilir. Bunun dışında çocukluk çağı anksiyetesi, korkulu rüyalar, uyku bozuklukları gibi pek çok problemin ortaya çıkmasına da zemin hazırlayabilir.
Bu yaşananlar muhakkak ki hepimizi rahatsız ediyor. Fakat şunu unutmayalım Türkiye’de yaklaşık 35 milyon internet kullanıcısı ve 36 milyon (sahte hesaplarla birlikte) facebook kullanıcısı var ve bunların içerisinde milyonlarca çocuk ve gencimiz de var. Yaptığınız bir paylaşımın onlara da gidebileceğini ve onların ruh sağlıklarını olumsuz etkileyebileceğini unutmayalım.
Psk. Uğur DALAN
Biriktirme Hastalığı
Biriktirme Hastalığı
Herşeyi biriktirme, atamama durumu psikolojide OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) veya Dispozofobi olarak tanımlanır. Kimi kaynaklarda İngilizcedeki “messy” sözcüğünden türetilmiş “Messie Sendromu” olarak ta anılabilmektedir. Takıntılı bir davranış olarak görülen biriktirme hastalığının tam olarak belirlenemese bile nüfusun %2’sinde görüldüğü tahmin edilmektedir ve bu hiç de az bir oran değildir.
Bu sorunun kaynağını tek bir nedene bağlamak doğru olmaz, bazen yoksul bir ortamda büyüyen kişiler eşyalarını atamazken; kiminde de ileride lazım olduğunda bulamazsam korkusu vardır. Kimi zaman depresyon, kaygı bozukluğu, dikkat eksikliği gibi sorunlar da biriktirme hastalığının ortaya çıkmasına neden olabilir. Obsesif düşünceleri olan kişilerde eşyaları atmanın başına kötü bir olayı getireceği düşüncesi veya eşyalarını attığı kişiyi ve o kişiyle ilgili hatıraları unutacağı düşüncesi (örneğin eşini kaybeden bir adam, 10 yıl geçmesine rağmen kaybettiği eşinin hiçbir eşyasını atmamıştır, atarsa hatıralarını yok edeceğini, eşini unutacağını düşünür) de bu hastalığa neden olabilmektedir.
Psikanalitik ekol’ün kurucusu Sigmund Freud’a göre ise anal dönemde/tuvalet eğitimi döneminde aşırı denetlenme ve zorlanma sonucu bu şekilde obsesyonlar (takıntılı düşünce) ve kompulsyonlar (takıntılı davranış) oluşur.
Biriktirme Hastalığı;
- Eski kıyafetler, gazete – dergiler, şişeler, faturalar, kağıtlar gibi başka insanlara gereksiz görünen pek çok şeyi biriktirmek ya da atamamak,
- Kişinin evinin yaşamaya uygun olmayacak kadar dağınık olması, pislenmesi,
- İş ya da sosyal yaşamdaki endişe ve davranış bozuklukları
Şeklinde kendini gösteren bir durumdur.
Biriktirme hastalığında biriktirilen nesneler kişilere, yıllara, ortamlara göre değişiklik gösterir. Yaşlı kişilerde genellikle pet şişeler, faturalar, kaplar, eski giysiler, eski gazeteler, kağıtlar, bozulmuş ev araçları görülebilirken günümüzde e-postalar, bilgisayar yazışmaları, mesajlar, yıllar öncesinden kalan ve çalışmayan bilgisayar disketleri en çok biriktirilen şeyler arasında görülmektedir.
Biriktirme hastalığı ile ilgili vakalarda hastalar genellikle kendi istekleri ile bir tedavi sürecine başvurmazlar. Çoğu zaman bir yakınlarının zorlaması ile bu durumun ortadan kalkması için çaba harcarlar çünkü kendileri bunun bir rahatsızlık olduğunu fark etmezler.
Çocuklarının isteği üzerine neredeyse çöp eve dönen bir evde yaşayan danışanım vardı. Evindeki her eşyanın bir gün işine yarayacağını düşünüyordu. Soba yakmak için biriktirdiği gazeteler neredeyse bir odanın tamamını kaplayacak kadardı –ki 2 yıldır evi doğalgaz ile ısınıyordu-.
Yine genç bir danışanım telefonundaki hiçbir mesajı, maili silemiyordu ve bu yüzden yıllardır telefonunu değiştiremiyor ve telefonu arızalanır mesajlar silinir diye çok fazla endişe ediyordur.
Bu gibi durumlarda kişinin davranışlarının ne kadar normal, ne kadar normal olmadığını anlayabilmesi için en önemli kriter bu takıntılı davranışın kişinin kendinin veya yakınlarının günlük hayatını ne kadar aksattığı ve ne kadar rahatsız ettiğidir. Eğer bu biriktirme kişinin kendisinin veya çevresindekilerin günlük hayatını engelliyorsa veya rahatsız ediyorsa bir problemdir ve bu problemin çözülmesi gerekir.
Çözüm noktasında psikiyatrlar bazı ilaç tedavilerine başvururlarken “bilişsel – davranışçı terapi” tekniği oldukça etkili ve önemli bir psikoterapi tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer siz de kendinizde böyle bir rahatsızlığın olduğundan şüpheleniyorsanız hemen bir uzmana başvurun ve evinizdeki “çöp” lerden sistematik bir şekilde yavaş yavaş kurtulmaya bakın.
Not: Bu yazı Psk.Uğur DALAN’ın Cosmopolitan dergisindeki yazılarından alınmıştır.
Metropol Yaşamının Götürdükleri
Metropol yaşamı; insan hayatına çok şeyler veren fakat en az bu verdiği kadar da alan bir yaşam tarzı. İçine ilk girildiğinde alışılmakta zorluk çekilen, bir kere alışıldıktan sonra ise bırakılamayan bir yaşam. Günümüzde Türkiye’nin üç büyük metropolü İstanbul, Ankara ve İzmir’de bu yaşamın en iyi örneklerini görebiliriz. Metropoller her ne kadar yorsa, yıpratsa da insanı, bir süre sonra bağımlılık yapar. Çok kereler duymuşsunuzdur, – İstanbuldan başka yerde yaşayamam , – gitsem bile özlüyorum hemen Ankarayı gibi cümleleri.
İstanbul gibi büyük bir metropol de yaşayan insanları düşünecek olursanız; çalışan bir istanbullu günde ortalama 90 dakikasını trafikte geçirir, özel araçları ile gidenlerde trafik stresi, trafikte kavgalar, bağırışmalar olurken, toplum taşımayı kullananlarda da sıkışıklıktan ve beklemekten yükselir stresler. Dinlenme alanları çok azdır. Şehirin içinde bulunan yeşil alanların sayısı çok yetersizdir ve bu yeşil alanlarda haftasonları hınca hınç insanlarla doludur. Kaliteli gezmenin olduğu yerler genellikle AVM’ler olarak düşünülür fakat oranında psikolojik yükleri ayrıdır. Genellikle bu mekanlar gün ışığı almazlar, camları yoktur, içeride çok yüksek bir ses ve spotların enerjisi vardır. Neredeyse 1 saat içinde insanın tüm enerjisini alıp götürür buralar. İstanbul’da psikolog, psikiyatr da çoktur fakat ne kadar yeterli olabilir, şehrin stresini ne kadar alabilir o bile tartışılır.
Kısacası zordur büyük şehirlerde yaşam; belki tüm tarih, tüm önemli yerler sizin şehrinizdedir fakat buralara gitmek için ne zaman, ne de enerji bulamazsınız çoğu gün. İstanbulda yaşayan bir psikolog olarak şunu söyleyebilirim son olarak. Şehrin içinde kalsanız bile şehirden uzaklaşın zaman zaman, AVM’ler yerine sakin yerleri tercih edin, trafikte geçirilecek zamanı minimuma indirmeye çalışın ve en önemlisi koskoca şehirde yalnız bir insan olmayın.