İstenmeyen Duyguların Faydaları

Gün içinde ne kadar çok duygu yaşadığımızın farkında mısınız? Bir kısmını rahatça yakalayabiliyoruz, bir kısmını ise farketmeden deneyimleyip hayatımıza devam ediyoruz ancak farketmesek bile bu duygular o anki ruh halimizi oldukça etkiliyor. Bazı duyguları oldukça rahat yakalayabilmemizin nedenini ise bu duyguları çok yoğun yaşamamız olarak düşünebiliriz.
Kendinizi trafikte sıkışmış hayal edin, çok önemli bir toplantınız olduğunu, mesainizin başlamasına 10 dakika kala önünüzde yarım saatlik bir yol olduğunu düşünmeye çalışın. Kalabalık bir topluluk önünde konuşma yapacağınız gün konuşma metninizi unuttuğunuzu varsayın. Veya ilk evlilik yıldönümünüzü unuttuğunuzu düşünün. Üç saat önce evde olması gereken ev arkadaşınızın hâla eve gelmemiş olduğunu hayal edin.
Örneklerin hepsi olumsuz, stresli, istenmeyen duyguları çağrıştırıyor olmalı. Hangimiz böyle stresli durumlarda kalmayı, bu tip durumları deneyimlemeyi ya da herhangi bir yakınımızın bunları yaşamasını isteriz? Büyük olasılıkla hiçbirimiz bu konuda pek de gönüllü olmayacağız. Peki bu olumsuz duyguların deneyimlenmesinin aslında psikolojik açıdan hayatta kalmanızı sağlayan, adaptasyon gücünüzü arttıran çok önemli bir faktör olduğunu bilseniz fikriniz değişir miydi?
Araştırmalar, özellikle olumsuz duyguların hızlı, otomatik ve faydalı tepkiler vererek hem duygusal hem fiziksel yönden hayatta kalmamızı sağladığını göstermiştir. Özellikle terapi seanslarımda, duygulardan bahsederken sıkça verdiğim bir örnek bunu zihninizde biraz daha somutlaştıracaktır; karşıdan karşıya geçerken üzerinize doğru 180 km hızla bir arabanın geldiğini düşünün. Yaşayacağınız duygu – her ne kadar istenmedik olsa da – korkudur ve onun sayesinde kendinizi yolun kenarına atıp hayatta kalırsınız. Bu sebepten olumsuz duygular istenmedik olsa da bu duyguların işlevselliklerinin olduğunu düşünebilirsin.

Nedir bu işlevsellik dediğimiz?

İşlevsellik kavramını, yine somutlaştırmak gerekirse, bir makinanın çalışması için gerekli olan tüm parçaların çalışması, yapması gereken görevi yerine getirmesi olduğunu söyleyebiliriz. Yani bir nevi tüm parçaların çalışır durumda, fonksiyonunu tam kapasite gösteriyor olması olarak tanımlanabilir.
Bir bireyin işlevsellik alanlarından birisi de duygularıdır. Peki bu olumsuz duygular bireyin sisteminin çalışıp fonksiyon göstermesine nasıl yardımcı oluyor? Bu soruyu cevaplayabilmemiz için ilk olarak duyguları hangi durumlar karşısında geliştirdiğimize bakalım, yani duygularımızı tanımlayabilmeyi öğrenelim. Duygumuzu tanımlamadan ve bir olay karşısında hislerimizi belirleyemeden ne yaşadığımızı tam olarak anlamlandıramayız; bu, duygu işlevinin tam olarak çalışamamasına dolayısı ile duygusal işlev açısından hayatta kalamamamıza neden olacaktır. Aşağıda belli başlı olumsuz duyguların hangi durumlarda ortaya çıktığına ve bunların ne bağlamlarda işimize yaradığına göz atalım:
Korku: Hayatımızı, sağlığımızı ve genel iyilik halimizi tehdit eden durumlara karşı tepkimizi belirleyen bir duygudur. Bize tehlikeden kaçmamız gerektiğini anımsatır.
Öfke: Önem verdiğimiz bir hedefin, planın veya aktivitenin engellenmesi, özbenliğimize ya da önem verdiğimiz birinin benliğine gelebilecek olası bir saldırı karşısında gösterdiğimiz duygudur. Bizi kendimizi savunma, hakimiyet ve kontrolde olma durumuna odaklamaktadır.
İğrenme: Nahoş, hakarete uğramış hissettiren, bulaşıcı olabilen durumlara veya nesnelere verdiğimiz duygusal tepkidir. Nesneyi, durumu ya da olayı reddetme ve bu durumdan uzaklaşmamız üzerine eylemlerimizi organize etmektedir.
Üzüntü: Sevdiğimiz birinin ya da bizim için önemli olan bir nesnenin kaybı, kaybedilmiş ya da ulaşılamamış hedefler veya amaçlar karşısında deneyimlediğimiz duygudur. Bizi aslında neyin önemli olduğunu, amaçların peşinden gitmenin ne anlama geldiğini düşünmeye ve yardıma ihtiyacımız olduğunu söylemek için diğerleriyle ilişki içine girmeye yönlendirmektedir.
Utanç: Kişisel niteliklerimize veya davranışlarımıza içinde bulunduğumuz topluluk tarafından itibar edilmemesi ve bunların onaylanmaması akabinde gelişen duygudur. Sınırları aşan özellik ve davranışlarımızı saklamaya veya zaten çevremiz tarafından biliniyorsa hafifletme ya da bastırmaya yönelik davranışlar geliştirmeye sevketmektedir.
Suçluluk: Belirli davranışlarımız değerlere karşı bir ihlal gerçekleştirdiğinde ortaya çıkan duygudur. Bu ihlali ortadan kaldırmaya yönelik davranışlar ve eylemler yapmamızı sağlamaktadır.
Kıskançlık: Bizim için çok değerli olan ilişkilerin veya nesnelerin elimizden alınması tehdidi ile karşı karşıya kaldığımızda başkalarına karşı gösterdiğimiz duygusal tepkidir. Bizi sahip olduğumuzu koruma davranışları geliştirmeye güdülemektedir.
İmrenme/Gıpta: Etme Bizim istediğimiz veya ihtiyacımız olan ve sahip olmadığımız ama başkalarının bunları alabilme, elde edebilme, sahip olabilme durumuna ve gücüne karşı deneyimlediğimiz duygudur. Bu duygu bizi istediğimizi elde edebilme konusunda daha çok çalışmaya motive etmektedir.
Bu olumsuz ve istenmeyen duygularımızı öncelikle tanımlamak, deneyimlediğimizde belirleyebilmek ve işlevsel bir şekilde kullanabilmek hayat kalitemizi arttıracaktır. Unutmamalıyız ki hayatta sürekli olumsuz ya da sürekli olumlu duygular yaşamak diye bir beklenti gerçekçi olmayacaktır.

Uzman Psikolog Özlem Ataoğlu
Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Öğretim Görevlisi

Kuşaklar Arası Çatışma ve Gençlik

Gençlerin eski kuşakla ilgili görüşleri de tarih boyunca değişmeden kalmıştır: Yetişkinler, gençlerin gözünde, hep geri kafalı ve tutucu kişilerdir. Gençleri anlamaya çalışmazlar…

Erişkinler, gençleri eskiden beri sorumsuz, saygısız, büyüklerin öğüdüne kulak vermeyen ve kendi doğrultusunda giden kişiler olarak tanımlamışlardır. “Günümüz gençleri öyle umursamaz ki ilerde ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı öğretmişlerdi. Şimdi gençler kurallara boş veriyorlar çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.” Bu sözleri 8.yy’da yaşamış Hesiod adında bir düşünür söylemiştir.
Gençlerin eski kuşakla ilgili görüşleri de tarih boyunca değişmeden devam etmiştir. “Yetişkinler, gençlerin gözünde, hep geri kafalı ve tutucu kişilerdir. Gençleri anlamaya yanaşmazlar. Daha da ileri giderek eski kuşakları çıkarcı ve iki yüzlü olarak suçlarlar.
Yaşlılar, kendi aralarında “Nerede bizim gençliğimiz, nerede şimdiki gençlik” diye dertleşirler. Halbuki kendileri de gençliklerinde bir önceki kuşakla benzer çatışmalar yaşadıklarını unuturlar.
Fakat 20.yy’ın hızlı toplumsal değişmeleri kuşaklar arasındaki bu ayrılığı daha da belirgin hale getirmiştir. Yaygınlaşan eğitim ve kitle iletişim araçları yepyeni uyanış ve bilinçlenmeyi başlattı. Hepsinin sonucu olarak, erişkin kuşakla gençlik arasında aslında varolan ayrılık gittikçe büyüdü ve yeni boyutlara ulaştı.
Eski kuşaklar yeniliklere uymakta güçlük çekince geleneklere ve eski yaşam anlayışlarına sımsıkı tutundular. Çocuklarını kendilerinin bir uzantısı olarak kabul ettiklerinden, kendilerine ters gelen davranışları başkaldırı olarak kabul ettiler. Oysa yeniliklere uymakta güçlük çekmeyen gençler kolaylıkla uyum sağladılar. Ama bu gelişme döneminin gereği olarak, baş kaldırmaya ve bağımsız olmaya çabaladıkları için ise eskilerin tüm değerlerini hiçe saymaya başladılar. Haksızlığa katlanamayışları çabuk ve büyülü çözümler ardında koşmaları, eski kuşakla aralarını iyice açmalarına sebep oldu. Delikanlılık çağında genç sürekli arayış içindedir. “Ben Kimim? Neyim? Amacım Ne? Hangi yolu seçersem kimliğimi bulabilirim?” sorularını sürekli sorarak düşünür. Deneme ve arama yolları açık olduğu sürece çalışır, didinir. Engeller çoksa ya baş kaldırır, ya da boyun eğer. Sorumluluk almaz, girişim yapmaz ama toplumun içinde silik bir üye olmakta istemez. Kendini aşırı uçlardaki akımlara kaptırabilir. Gününü gün etmeyi ve umursamazlığı yaşam felsefesi olarak kabul eder.
GENÇLERLE BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAK

Gençlerle olan çatışmaların sürüp gitmesi, gençlerle yetişkinler arasındaki uçurumun varlığı, sorun yaratmakla beraber gençleri anlayıp onlarla dayanışma içinde yaşamak gerekmektedir.
Eski kuşaklarla yeni kuşakların birbirinden kopmaması için tek yol vardır; o da iletişim kurmak ve iletişimi sürdürmek. Bu iletişim koptuğu zaman, günümüzde olduğu gibi çalkantı ve kargaşa sürer gider. İletişimi başlatmak zor olsa bile bunun sorumluluğu yetişkinlere düşer. Bu olmadan gençleri, gençlerin atılganlığını ve başkaldırmasını yumuşatıp olumlu yöne çevirmek oldukça zor olur. Örnek olarak ; oğlunun davranışlarını beğenmeyen baba, oğluyla oturup konuşmak yerine anneyi aracı kılar. “Kendine çeki düzen versin, yoksa karışmam” diye haber verir. Oysa bu tutum gençlerle babayı yaklaştırmaz tam tersine uzaklaştırır.
Her şeyden önce gençlik çağının fırtınalı ve çetin bir dönem olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Gençliğin iniş ve çıkışları, bocalamaları karşısında soğuk kanlı olmak gerekir. Kendi kendisiyle de savaşan bir gence, en iyi yaklaşım anlayışlı ve tutarlı davranmaktır. Kendi gibi durmadan değişen, kararsız bir anne-baba gencin daha çok bocalamasına sebep olur.
Genellikle delikanlıya daha geniş bir davranış özgürlüğü vermek gerekmektedir. Gencin bıktırarak anne- babayı usandırarak alacağı hakları ona daha önceden sağlamak yerinde olur, gereksiz sürtüşmeyi önler. Buna karşılık gençten gelen her isteği kabullenmek diye bir kural yoktur. Her isteğe boyun eğmek de iyi bir yol değildir. Gençler hem daha çok bağımsız kalmak ister hem de daha fazla kontrol edilmek ister. Tatlı sert bir yaklaşım çoğu kez gence karşı olan davranışta etkili olmaktadır. Gence büyüdüğünü ve daha bağımsız olduğunu belirtecek olanaklar kaçırılmamalıdır. Yaşına uygun sorumluluk verilmeli, giyim kuşamını seçmesi ona bırakılmalıdır.
Tökezlemeleri ve yanılmaları karşısında alaycı tutum genci evden soğutur. Olumlu davranışları övülmeli ama göklere çıkarılmamalıdır. Başarısızlıklarında anlayışlı olunmalı ama oturup onunla birlikte sızlanılmamalıdır. Hemen suçlamaya da girişilmemelidir. Genel olarak dinlemek de yeterli olmaktadır. Başarısızlıkta kendi payı olduğunu görecek ve gözünde büyüttüğünü anlayacaktır.
Büyükler “Benim Gençliğimde” diye başlayan sözlerden kaçınmalıdır. Çoğu kez dinlemezler ama sorunca ya da bir şey danıştıklarında, mutlaka bir açıklama yapılmalıdır. Çünkü çocuklar gibi gençler de en çok kendi sorularının cevabını merak ederler. Gençlerle sadece sorunları olduğu zaman görüşmek yetmez, sık sık anne-baba ve büyükleri ile dertleşme imkanları olmalıdır.

Vajinismus Hastalarının 8 fobisi

Vajinismus, vajinal giriş düşüncesi veya girişimi karşısında gösterilen, istem dışı, bedensel ve ruhsal tepkiler olarak tanımlanır…

Vajinismusta, vajina çevresindeki kaslar kasılır, kişi kendini geri çeker, partnerini iter, sıkıntı duygusu hisseder ya da ağlar. Sanılanın aksine, vajinismus doğum yapmakla ortadan kaldırılamaz. Üstelik vajinismus hastalarının sık rastlanan 8 fobisi de hayatı onlara zehir edebilir.
Psikiyatri Uzmanı Dr. Yusuf Özay Özdemir, bu korkuları şöyle sıralıyor:
* Normal doğum
* Jinekolojik muayene
* Doktor korkusu
* Diş hekimi korkusu
* Evde yalnız kalmak
* Karanlıkta kalmak
* Kapalı yer korkuları
* Çeşitli hayvan korkuları: Özellikle kedi-köpek, böcek, kuş, yılan, fare vb.

Cinsel birleşme olmasa da hamile kalabiliyorlar

Vajinismus ile birlikte kol kola olabilecek bu korkular, kadınların günlük yaşamını, sosyal ilişkilerini de olumsuz etkiler. Vajinismus yarattığı psikolojik etkiler sebebiyle, gebelik ve doğum sonrasında da devam eder. Hem uluslararası bilim dünyasında hem de ülkemizde yapılmış araştırmalarda vajinismuslu olguların yüzde 5-10’u tedavi için başvurduğunda, cinsel birleşme gerçekleşmemiş olmasına karşın, hastaların gebe kaldığı ve çoğunlukla da sezaryen ile doğum yaptığı saptanmıştır. Dr. Özay Özdemir, “Olgularımız arasında vajinismuslu olup normal yolla doğum yapmış kişiler dahi var. Bu nedenle vajinismus mutlaka tedavi edilmelidir” diyor.
Vajinismus neden oluyor?

Vajinismus oluşumuna birden çok etkenin neden olduğu artık modern bilimsel literatürde de kabul görür. Psikiyatri Uzmanı Dr. Özay Özdemir, bu nedenleri şöyle sıralıyor:
Kişinin ruhsal yapısına özgü duyarlılık: Hemen çoğu kişide herhangi bir durumdan korku duyma eğilimi bulunmaktadır. Bazı bireylerde de cinsel birleşmeye ilişkin bireye özgü korku tepkisi öğrenilmiş olabilir.

Kültüre özgü sebepler: Cinsel mitler (yanlış inanışlar, kalıplaşmış ön-yargılar), cinsellik konusunda geleneksel yaklaşımlar (bekarete verilen önem ve değer, erkek ve kadın rollerine yüklenen farklı anlamlar gibi), yetiştirime tarzı, dini inanışların etkisi.
Cinsel bilgilenme ve eğitimdeki yetersizlikler: Cinsellik konusunda korkutucu bilgiler vermek, cinselliği kaçınılması gereken kötü bir durum ve tecrübe olarak bahsetmek. Daha derin psikolojik nedenler: Ruhsal-iç dünyaya ait- çatışmalar, psikoseksüel gelişim dönemlerinde yaşanan aksamalar.
Cinsel travmalar: Gelişim dönemlerinde maruz kalınan taciz veya kötüye kullanım. İlk birleşmede kanama olması, bekaret göstergesi değil! Tıp dilinde “himen” olarak adlandırılan kızlık zarının cinsel birleşme için fiziksel engel oluşturmadığını anlatan Dr. Özdemir, “Zar vajinayı bir perde gibi kapatmaz. İlk birleşme ile kızlık zarında oluşan yırtılma değildir. İlk birleşmede, kanama ve acı hissi olursa, bu kızlık zarı kaynaklı değildir. İlk cinsel birleşme herkeste kanamaya neden olmayabilir, her 10 kişiden 4 kişide hiç kanama görülmez. İlk birleşme sonrası kanama olması bekaret göstergesi değildir.” diye anlatıyor.

Kimlerde görülüyor?

Vajinismus her kültürde ve toplumda görülebilir. Fakat bilimsel araştırmalar, doğu ülkelerinde batı ülkelerine oranla daha yaygın görüldüğünü gösteriyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe tedavi için başvurma ve yardım arayışında artış gözlenir. Bu durum eğitim düzeyi yüksek kişilerde vajinismusun sık görüldüğü gibi yanlış bir izlenime neden olur. Dr. Özdemir, tedavi için başvuranların çoğunun geçmişlerinde özgül bir neden (cinsel travma vb) saptanmadığını belirtiyor.
Vajinismuslu kadın çocuk doğurabilir

Vajinismusta cinsel birleşme olamayacağı için normal yolla gebelik gerçekleşmesi de mümkün olmaz. Vajinismuslu bir kadının gebe kalma potansiyeli vajinismusa bağlı olarak bozulmuş değildir, yalnızca mekanik bir engel vardır. Bundan dolayı cinsel birleşme (penisin vajinaya girişi) yoluyla rahim içine ulaştırılamayan sperm hücreleri başka yolla ulaştırılırsa (tıbbi tedavi) gebelik tabiki olacaktır. Ama bu durumun etik olmayan tıbbi bir davranış olacağını vurgulayan Dr. Özdemir, “Doğru ve uygun olan seçenek önce vajinismusun tedavi edilmesi, sonra gerekirse gebelikle ilgili tıbbi işlemlerin yapılmasıdır. Çünkü vajinismus tümüyle tedavi edilebilir.” diyor.

Tedavide neler yapılıyor?

Vajinismusun günümüzde uygulanan ve tüm dünyada standart olarak kabul edilen, ilk seçenek tedavi yöntemi, vajinismusa özgü cinsel terapidir. Cinsel terapi bir psikoterapi yöntemidir. Tedavi diğer psikoterapilere göre nispeten daha kısa süreli ve sorun odaklı olarak yapılmaktadır. Haftada bir seans yapılır, tedavi süresi ortalama 8-10 seanstan oluşur. Hipnoterapi, botulismus tedavisi, cerrahi tedaviler, kas gevşetici ve uyuşturucu ilaçların kullanımı gibi yöntemler vajinismus tedavisinde denenmiştir. Ancak günümüzde kabul edilen ortak bilimsel görüş vajinismusun klasik cinsel terapi yöntemi kullanılarak tedavi edilmesidir. Çünkü vajinismus cinsel organ hastalığı değildir. Ruhsal kökenli bir problemdir. Bir fobi (aşırı korku) reaksiyonudur. Dolayısıyla sorunun kalıcı çözümü de ancak ruhsal sorunun (anksiyetenin-aşırı ruhsal gerilimin) giderilmesi ve düzeltilmesiyle mümkün olabilir.

Empatik Çocuklar Yetiştirmek İçin Küçük Adımlar

Çocuğumuza önemsemeyi öğretmek, ebeveyn olarak en büyük sorumluluklarımızdan biri. Ama maalesef bazı zamanlarda bütün dünya bu amacımıza karşı çıkıyor gibi hissedebiliyoruz. Şiddet, yoksulluk, bağnazlık haber bültenlerini doldurduğunda, çocuğumuza başkalarına karşı empati kurmayı nasıl öğretebiliriz?
Michele Borba kitabında bu konularda çeşitli öneriler sunmuş. Bu kuşakta gençler arasında artan narsisizmi diğer kuşaklarla karşılaştırmış ve yetişkinlere umut dolu mesajlar vermiş.
Arkadaş canlısı olun!

Yalnızca insanlarla arkadaş canlısı bir şekilde zaman geçirmek diğer insanlara karşı duyduğunuz empatiyi ve daha nazik olma isteğinizi arttıracaktır. Bir aile üyesine, komşuya veya bir kasiyere basit ancak içten bir selamlama küçük bir nezaket yayacak ve çocuğunuza diğerlerinin saygıyı hak ettiğini göstermiş olacaksınız.
Birlikte okuyun!

İyi bir kurgu, dünyayı diğerlerinin gözünden hayal edebilmek için güzel bir fırsattır. Hikayeler başka bir insanın duygu ve düşüncelerini anlamamız için bize etkili anlık bakışlar sunmaktadır, çocukların kendilerinden farklı şartlara sahip insanları anlamalarına karşı engelleri yıkar. Çocuğunuzla okumak ve hatta bunlar üzerine tartışmak onların bakış açısı alma yeteneklerini derinleştirir.
Birlikte oyunlar oynayın!

Yüz yüze oyunlar, özellikle strateji oyunları (satranç gibi) çocuklara karşısındakinin duygularını okuma ve nasıl davranacaklarına dair tahminler yapmak için iyi birer fırsat sağlar. Birlikte oynamak aynı zamanda çocukların arkadaşlıklarını da sağlamlaştırır.
Diğerlerini önemsemek için çocuğunuza anlamlı olanaklar yaratın!

Çocuklar başkalarına anlamlı bir şekilde yardım edebildiklerinde, diğer insanlar üzerinde önemli pozitif etkileri olabileceğini fark ederler. Çoğu okul büyük çocuklar için daha küçük çocuklara yardım etme fırsatlarını oluşturur. (Derslerinde yardımcı olmak gibi). Okul dışında, küçük bir alanı diğerleriyle beraber temizlemek, bir aşevine yardım etmek, çocukların yardımlaşmayı öğrenmesi ve nezaketin diğer insanlar üzerinde yarattığı etkiyi görmesi için anlamlı fırsatlardır.
Çocukları kendilerini ‘yardımcı’ olarak görmeleri için özendirin!

Araştırmalar göstermiştir ki; yalnızca yardımsever bir davranışta bulunmakla karşılaştırıldığında; çocuklara, yardımcı olabilmek için bir olanak sağlandığında, bu tür davranışar için çok daha istekli oluyorlar. ‘Sen, dışarı çıktığında ve birinin ihtiyacı olduğunu gördüğünde hemen yardım edebilecek bir çocuksun’ tarzı yorumlar, çocukların yardımseverlik ve empatiyi kendi karakterlerinin bir parçası olarak görmeye teşvik ediyor.

5 Soruda Aile Terapisi

Hürriyet-Aile’nin yayınlamış olduğu Psikoterapist – Çift, Evlilik ve Aile Terapisti Kevser Orak’ın yazısından aile üyeleri arasındaki iletişimin kalitesini artıran bir psikoterapi yöntemi olan “aile terapisi” ile ilgili merak edilenler..

1- AİLE TERAPİSİNE SADECE ÇİFT OLARAK MI GİDİLİR?

Aile terapisti aynı zamanda bireysel psikoterapisttir. Çift terapistine çift olarak gitmek gibi bir zorunluluk yoktur. Terapiye bireysel gidilebilir. Terapist gerekli gördüğü zaman diğer eşi seansa alabilir. Çiftlerden her iki bireyi ayrı seanslarda alabilir, ayrıca çift olarak da seanslara devam edilebilir. Eşlerden biri seansa gelmeyi reddederse terapi bireysel olarak da devam edebilir.
2- AİLE TERAPİSTİ SADECE ÇİFT SORUNLARIYLA MI İLGİLENİR?

Yukarıda da belirtildiği gibi aile terapisti aynı zamanda bireysel psikoterapist olduğundan yalnızca çift sorunlarıyla ilgilenmez. Bireysel problemlerde de çift terapistine başvurulabilir.

3- AİLE TERAPİSİNİN TEMEL HEDEFİ NEDİR?

Terapi sürecinin temel amacı bireylerin tek tek mutluluğudur. Asla ne olursa olsun bir aileyi bir arada tutmaya yönelik bir amacı yoktur. Çift artık bir arada yaşayamaz haldeyse ve bu ilişki ailedeki her bireyi ayrı ayrı mutsuz eder hale geldiyse, boşanma bu evlilik için en doğru çözümdür. Her bireyle buna yönelik karar alındıktan sonra terapist sağlıklı boşanma sürecine yönelik çalışmaya başlar. Bununla birlikte ilişkinin kopma noktasına gelmediği durumlarda çift terapisi ilişkiyi yeniden yapılandırmada önemli bir rol üstlenir.

4- AİLE TERAPİSTİNE NE ZAMAN GİDİLMELİ?

İlişkiler kopma noktasına gelmeden, terapi yardımı almakta fayda vardır. Aile terapistine gitmek için problemlerin aşılamaz hale gelmesini beklemek anlamsızdır. Problemler aşılamaz duruma geldiğinde ilişkiyi terapist bile kurtaramayabilir. O halde sorunlar baş göstermeye başladığında alınacak destek, ilişkiye yeni bir soluk kazandırmak ve daha kolay sonuca ulaşmak bakımından daha faydalı olacaktır.

5- TERAPİSTTEN BİREYİN PARTNERİYLE İLGİLİ BİLGİLER ÖĞRENİLEBİLİR Mİ?

Bu, bireylerin terapi süreci ile ilgili düştükleri en büyük yanılgılardan biridir. Bazı danışanlara üç seans birlikte uygulanabiliyor; bir eş bireysel terapi, diğer eş bireysel terapi ve her iki eş çift terapisi. Bu durumlarda eşlerden birçoğu yalnız gelinen seanslarda diğer eşin neler söylediğini terapistten söylemesini talep edebiliyor. Fakat bu hiçbir koşulda mümkün olmayan, terapinin genel ilkelerine aykırı bir durumdur. Terapi süreci gizlilik esasına dayanmaktadır. Seans sırasında konuşulan her şey terapist ve danışan arasındadır, danışanın izni olmadan üçüncü bir kişiyle paylaşılması mümkün değildir.